9 Ocak 2012 Pazartesi

TOHUM

En büyük hayalim sınıf başkanlığı, öğretmenim bir tohum vermişti bize,

“Ne ekerseniz onu biçersiniz” dedi.

Şarkılar bile söyledim ona, yemedim yedirdim, içmedim içirdim, ışığını eksik etmedim.

Ama ne yaptıysam meyve vermedi emeklerim.

Çaresiz gittim okula hayal kırıklığımla,

“Sen doğrudan hiç şaşmadın, inandın başardın” dedi.

Sosyal paylaşım sitelerinde yukarıdaki cümlelerden oluşan reklam filmi çokça paylaşıldı geçen hafta boyunca. İzleyen herkesin beğenisini kazanan bu film 70 saniyeye bir ömür sığdırıyor ve belki de nice ömürler dahilinde anlatılamayan bir mesajı 70 saniyede veriyor. Elinize, yüreğinize sağlık. Yönetmen Nicolas Caicoya, Kala Film ve Serdar İnan’ a kucak dolusu sevgiler.

Robert Bosch’ un “Müşterilerimin güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim” dediği reklam filmi, üzerinden yıllar geçmesine rağmen sanırım çoğumuzun hafızalarında ilk günkü tazeliğini koruyordur. Her yıl yüzlerce reklam sloganına maruz kalan beyinlerimizde bu reklamı hatırlanır kılan güven ve doğruluk mesajı bu kez çok daha hoş bir şekilde veriliyor.

3 Altın Proje reklam filmindeki tarzı ile takipçilerinde hayal kırıklığına sebep olan Serdar Bey ve ekibini ayrıca bir kez daha tebrik etmek isterim. Üretici ile hedef kitle arasında güçlü bir duygusal bağ kurulması ve güven algısının oluşması süreçlerinin karmaşık satın alma kararının en önemli vazgeçilmezleri olduğunu çok doğru analiz etmişler. 2012 yılında inşaat sektöründe yaşanması beklenen yoğun rekabette öne çıkmak isteyen firmaların markalaşma süreçlerini çok dikkatli yönetmeleri ve sosyal medyayı verimli kullanma başarısı göstermeleri şart.

2012 de başka hangi firmaların bu yarışta öne çıkmak için ne gibi hamleler yapacaklarını hep birlikte izleyeceğiz ve bu satırlarda yer vereceğiz.

Hepinize hayırlı haftalar dilerim.

Bengi HIŞIR

2 Ocak 2012 Pazartesi

2012 de Sektörde Neler Olur ?

Adettendir, her yıl başında yeni kararlar alınır. Hanımlar her yıl yeni bir beslenme programına başlar, bu yıl kesin kilo vereceklerdir. Ali Bey şirketi için yeni hedefler belirler, daha fazla yeni müşteriler edinecektir. Berke bu yıl alttan gelen dersleri kesin vermeye kararlıdır, biraz da spor yapıp adaleli bir vücuda sahip olsa hiç fena olmayacaktır.


Milyonlarca insan milyonlarca yeni karar ve hedeflerle başlıyor her yeni yıla. Ancak çok büyük bir çoğunluk hedeflerine ulaşamıyor. Çok az insan aldığı kararı yıl boyunca uygulayabilerek, hedeflerine ulaşmanın bedelini ödüyor.

2011 yılının gayrimenkul sektörü açısından aşağı yukarı nasıl geçebileceği şekillendikten hemen sonra 2012 beklentileri konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Sanki 2012 de olacaklar bu sektörün topyekün yok olmasına veya sektördeki herkesin ihya olmasına sebep olacakmış gibi bir hava var. Bu yıl önceki yıldan çok kötü olacak, birçok firma sektörden çekilmek zorunda kalacak, markalı firmaların hızları yavaşlayacak, stok oluşacak, fiyatlar düşecek, teslim edilemeyen projeler olacak gibi felaket varsayımlarında bulunanlar olduğu kadar; bu yıl da Türkiye dünyada parlayan bir yıldız olmaya devam edecek, yabancıya satışın önünün açılması ile stoklar eriyecek hatta açık oluşacak, kentsel dönüşüm sektörü sırtlayacak gibi iyimser varsayımlarda bulunanlar da var. “Gayrimenkul sektörü 2012 de ne olur?” günün moda sorusu.

Sektörün ne olacağı, piyasaların nasıl bir seyir izleyeceği, dünya ekonomisinin durumu tabi ki önemli. Ancak her durum ve ortamda birileri kaybederken, birilerinin kazanmaya devam edeceği, başarılı olabileceği de muhakkak. Başarılı olmak için bedel ödemek şart. Demek ki bu yıl da tıpkı geçen yıllarda olduğu gibi bedel ödeyenler gemiyi yüzdürmeyi başaracaklar. Onlar için fal bakmaya, medyumlara gidip ne olacak 2012 de bu sektörün hali diye sormaya ihtiyaç yok. Sıkıntı marka olmayı başaramayanlarla, marka olduğunu zannedip gerekliliklerini yerine getiremeyenlerde yaşanacak. Yoksa bu sektörde daha yapılacak çok iş var.

Yılın Son Fırsat Kampanyası !

Önce fiyatı ikiye katlar, sonra üzerine çizik atar, “ indirdik! “ dedikten sonra ürünün gerçek fiyatını indirimli fiyat olarak yazarsın. Tüketici de bu yapılan indirimden memnun bir şekilde ihtiyacını görür. Özellikle tekstil sektöründe çokça başvurulan bu süper pazarlama formülü ile senelerdir tüketici yanıltılır. Herkes bunun böyle olduğunu bilir, kimse de çıkıp bu haksızlığa itiraz etmez. Dahası tüketici bu indirim! kampanyalarına teveccüh göstererek böyle yapmayanları da dürüst davrandığına pişman eder.


Arz talep dengesi arzın aleyhine değiştikçe bu tür kampanyaları gayrimenkul sektöründe de görmeye başladık. Şimdi işin kolayına kaçan pazarlama dehaları giydirilmiş fiyatlara sıfır vade farkı, kira garantisi, ev, araba promosyonları başlattılar. Vermeye dayalı ticari sistemlerin hepsi sizden bir şekilde karşılığını almaktadır.
Bir de sıkça uygulanmaya başlanan kanuna ters olmayan hatta yapanın da “satamayacağım alanların inşaatını da yapıyorum, oralara da para harcıyorum” diyerek kendini rahatlattığı bir konu var.

Biliyorsunuz satışlar brüt alan üzerinden yapılıyor. Eskiden apartman tabir ettiğimiz binalarda kayıp alanlar çok azdı. Bir dairenin brütünden bahsederken o dairenin bulunduğu kattaki tüm emsale giren alan daire net alanı ile orantılanarak brüt alan bulunurdu. Bu da daire net alanından yaklaşık %15-20 daha fazla olurdu.

Sonraları binalardaki konfor arayışı bina ortak alanlarının daha geniş tutulmasına ve net – brüt arasındaki farkın %20-25 lere çıkmasına sebep oldu. Bu oran tüketici tarafından da öğrenilen ve kabul gören kavram haline geldi. Artık satışta 130m2 denilen bir dairenin netinin yaklaşık 105 – 110m2 arasında olacağı anlaşılır oldu.

Ancak bu arada konut standartları yükseldi, artık tek bloklu apartmanların yerini sosyal tesisli, havuzlu, kapalı otoparklı siteler almaya başladı. Bütün bu alanlar maliyeti arttırdığı için satıştaki m2 birim fiyatları da yükseldi. Bir tarafta standart haline gelen özelliklerin dayattığı maliyet, diğer tarafta rekabetin getirdiği fiyat baskısı…

Tam bu noktada Amerika’ da yaşandığı anlatılan bir pazarlama efsanesinden bahsetmenin konuyu daha anlaşılır hale getireceğini düşünüyorum. Birçoğumuzun ürünlerini kullandığı bir diş macunu firması satışlardaki payının düşmesinden şikayet ederek, yeni bir CEO arayışına yönelmiş. Adaylardan biri yaptığı görüşmelerde hiçbir ek masraf yapmadan satışlarını %20 arttıracağını garanti etmiş ve görevi kapmış. İlk icraatı macun tüplerindeki deliğin çapını %20 büyüttürmek olmuş. Tüpten çıkan macunun hacminden ziyade uzunluğuna odaklanan tüketici CEO’ yu haklı çıkarmış.

Bu hikayedeki CEO benzeri dahiler! m2 satış birim fiyatını sabit tutarak dairenin liste fiyatını yükseltmenin yolunu buldular. Son zamanlarda satışa çıkan projelere dikkat ederseniz 65m2 1+1 dairenin netinin 38-40m2 olduğunu, 120m2 2+1 dairenin netinin 80m2 olduğunu ve benzeri oranları gözlersiniz. Sosyal alanlar, tahsis edilen depo ve hatta kapalı otoparkları bile brüte dahil ederler.

Bunu hak olarak kendisine yakıştıramayan üreticiler net 38-40m2 lik daireye brüt 50m2 diyerek hem rakibinden küçük daire yapar duruma düşüyor hem de m2 birim fiyatı daha pahalı algılanıyor. Resmi bir kurumun yayınladığı, standart olarak uyulması zorunlu brüt alan tanımı maalesef yok. Gayrimenkul satışlarının net alan üzerinden yapılması zorunluluğu da yok.

Promosyon yapıyor veya daire büyüklüğünü çarpıtıyor diye bu projelerden alım yapmayacak mıyız? Tabi ki alacağız. Bu konuda yetkili kurumlar bir düzenleme yapıncaya kadar iş yine tüketiciye düşüyor. Mümkün olduğunca sizi yanlış yönlendirmeyen firmaların projelerine ilgi göstererek ve beğendiğiniz projeler arasında karşılaştırma yaparken denk koşullar altında değerlendirme yaparak kandırılmamak ve sektörün genel ahlak seviyesinin yükselmesine katkıda bulunmak sizin elinizde.

Hepinize iyi haftalar dilerim.

Bengi HIŞIR

18 Temmuz 2010 Pazar

Konut Sektörü Nereye Gidiyor ?

Bundan sonraki birkaç yazıda, son yıllarda ülkemizde ve dünyada yaşanan olaylara paralel olarak, konut sektörünün geldiği nokta ve geleceği üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

25-30 yıl kadar önce Amerika’ da yeni bir akım başladı. Gelişmiş şehir merkezlerinde gayrimenkul fiyatlarının çok yükselmesi, yeni arsalar üretilememesi ve mevcut binalardaki standartların, yaşam kalitesi arayışlarına cevap verememesi nedeniyle inşaat firmaları banliyölerde konut üretmeye başladılar. Merkezlerdeki eskimiş ve pahalı mülklere karşın, yeni üretilen bu binalar toplu yaşamın tüm ihtiyaçlarını karşılarken fiyat avantajını da beraberinde getiriyorlardı. (Arsa fiyatlarının çok uygun olması ve inşaat firmalarının bu bölgelere alıcı çekebilmek için karlarından bir miktar feragat etmeleri sayesinde bu fiyat avantajı yakalanmıştı.) Bu yüzden yeni yapılan bu binalara büyük bir ilgi oldu ve kısa sürede banliyölerde uydu kentler oluşmaya başladı.

Merkezlerde yaşayan özellikle genç kesim bu yeni yaşam alanlarını tercih etmişti. Yaşça daha büyük olanlar ise, hatıralarından ve alışmış oldukları yaşam alanlarından kopmak istemedikleri için bu yeni akıma direndiler. Satılık ya da kiralık mülk bulmanın çok zor olduğu semtlerde bile artık birçok alternatif bulunabiliyordu. Buna bağlı olarak eskinin gözde semtlerinde fiyatlar gerilemeye, bazı bölgelerde gerilemese bile yerinde saymaya başladı. Ne var ki uygun fiyat ve yüksek yaşam standardı sunan uydu kentlerde artan talep ve azalan imara elverişli alanlar nedeniyle fiyatlar artık şehrin gözbebeği semtlerini yakalamış, hatta bazı nitelikli yerleşim alanları bu eski semtlerden daha pahalı konuma gelmişti.

Bu arada merkezdeki binalar birer ikişer yenileniyordu. Artık şehrin eski yerleşim bölgelerinde de yüksek standartlarda yaşam kalitesi vaat eden üstelik banliyölerdeki emsallerinden çok da pahalı olmayan binalar hızla yükseliyordu.Yaklaşık 25 yılı kapsayan bu zaman dilimi sonunda, şehir merkezleri yine yükselen değer olmuştu.

Nasıl, bu anlattıklarım son paragrafa kadar size de tanıdık geldi mi? Bu durumda sırada bizi neyin beklediğini kestirmek çok da zor olmayacağa benziyor. Tanıdığım bazı vizyoner müteahhitler bu konuda araştırmalarını tamamlayarak, pozisyon almaya başladılar bile. Bence içinde bulunduğumuz sektörlerin bu durumdan nasıl etkilenebileceğini veya bu yeni durumun hangi fırsatları getireceğini düşünmeye başlamakta fayda var, ne dersiniz?


Bengi HIŞIR

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Başlarken...

Adımızı söylememiz gerektiğinde, hiç düşünmeden, çok basit bir motor hareketle, beynimizin kıvrımlarından çıkarıp dilimize getiririz. Yine hiç düşünmeden; iş hayatında, aile hayatında, sporda, kısaca hayatın herhangi bir kulvarında nihai hedefi “başarı” olarak tanımlarız. Kendilerini bekleyen hazin sondan habersiz kelebeklerin ışığa göçü gibi bizler de başarı hedefinin göz kamaştıran cazibesi etrafında telef olacağımızdan bihaber, onun karşı konulamaz çekim gücüne kapılırız. Nice hayatlar kriterleri hiç belli olmayan bu yolculuğu tamamlayamadan son bulacaktır.

Başarı; ulaşmak kadar taşımanın da, muhafaza etmenin de zor olduğu bir hedeftir. Hepimiz çeşitli vesilelerle birilerine başarılı olması için telkinlerde bulunurken, başarıya giden yollardan öğütler veririz. Başarı öylesine tarifsiz bir hazinedir ki, çok olması durumunda öğüt verende bile kıskançlık doğurur. İnsanın imrenerek, gıpta ederek bakmasına hatta biraz daha ileri giderek karşısındakinin başarılı olma durumunu tamamen şans faktörüne yüklemesine sebep olur. Bu şekilde başarıyı basitleştirerek üzerimizdeki başarısızlık stresini azaltırız. Kendimiz ulaştığımızda büyük fedakarlıklar ve emek gerektiren, bizim dışımızdakiler ulaştığında çoğu zaman şansa bağlı olan bir olgudur başarı.


İşin özü başarı kavramı, ulaşıldığında baş döndüren, ulaşabilmek için sayısız yaşamların feda edildiği, erişenin içini yakan, yaklaşanı ısıtan, uzağında kalanın da ilham ışığı olan her yaşamda farklı bir anlam ifadesi taşımaktadır.

Başarıya giden yol haritamızda insanlığımızdan ödün vermez, kişiliğimizi, onurumuzu, gururumuzu dik tutabilirsek, ulaştığımızda başarının efendisi olur, ona hükmedebiliriz. Ancak başarıya ulaşmak için, sahip olduğumuz değerlerimizden, insanlığımızdan, sevme-sevilme açlığımızdan, kişiliğimizden ödünler verirsek, oraya ulaştığımızda hedefinin esiri olmuş birer bağımlıya dönüşürüz.
Unutmayalım ki; sahip olmak için uğruna uğraş verdiğimiz başarı, ileride kaybetme korkusu olarak karşımıza çıkacaktır. Güç topluyoruz derken, başarımız bizim geleceğimiz ve tercihlerimiz hakkında söz sahibi olmaya başlayacaktır.


Yayın hayatımın bu ilk yazısında, hepinize esiri olacağınız korkular içermeyen yollardan ulaşacağınız başarılar dilerim.
Bengi HIŞIR